Aralıksız olarak koşturma ve bir yerlere yetişme telaşı içinde geçen yaşamınızda kendinizle ne kadar baş başa kalabildiğinizi, yalnızlığın tadını çıkarmak için kendinize ne kadar zaman yaratabildiğinizi hiç düşündünüz mü? Belki yalnız kalma fikri o kadar güzelinize gitmiyordur. Oysa yalnız kaldığınız her an kendinizi yalnız sezmek zorunda değilsiniz. Bu duyguyu yaşamadan da yalnızlıktan sevinç almanın pek çok yolu var…
Daha az sevinç alabileceğimizi öğrenmemize karşın sırf ‘daha az yalnız sezmek’ ismine yanında mutlu olmadığımız insanlarla, yapmış olmak için yaptığımız etkinliklerle, içinde olmaktan o kadar da memnun olmadığımız kalabalıkların arasında zaman geçirmek size de tanıdık geliyor mu?
Aralıksız bir şeylere süre ayırmaya çalışırken kendimize süre ayıramıyor, beğendiklerimizle nitelikli zaman geçiremiyor, online yollarla sosyalleşerek bağlantıda kalmaya çalışıyor, ancak geçici bir tatmin hissi gereksinimimizi de karşılayamıyoruz. Bu sebeple de ‘kalabalığın içinde yalnız paydan’ fertlere dönüşüyor, bu kadar insanın arasında dahi yalnız sezerken fiziksel olarak yalnız kalmanın bizi daha da yalnızlaştıracağı ve yalnızlık hissimizi derinleştireceği kusuruna düşüyoruz.
Ancak fiziksel yalnızlık ve duygusal yalnızlık, başka bir deyişle seçimli bir yalnız kalma gidişatıyla yalnızlık hissi birbirinden oldukça değişik iki kavram. Yalnız kalmak kendimizi tanıyabilmek, yenilenmek ve enerjimizi geri kazanabilmek için lüzumlu olan en temel gereksinimlerimizden biri olduğu için, duygusal yalnızlığın aksine yaşamımıza pozitif getirileri olan bir gidişat.
Yalnız kalabilmek neden ehemmiyetli?
Yalnız kalmak aklın yenilenmesi, vücudun lüzum dinlediği enerjiyi geri kazanması, üreticiliğin ve yaratıcılığın çoğalması, şahsın kendi iç sesine kulak vermesi ve kendisini fark etmesi, derinlemesine düşünmesi ve hayal kurması, problem çözme marifetlerini geliştirmesi, kendisiyle kurduğu ilişkinin yanı gizeme başkalarıyla kurduğu ilişkilerde de derinleşebilmesi gibi pek çok verimi olan temel bir insan gereksinimi.
İnternetin yaşamımızın bir parçası haline geldiği ve aralıksız iletişim içinde olduğumuz yaşantılarımızda telefonumuza düşen bildirimlerden fırsat bulup kendimize ayırabileceğimiz birkaç dakikayı dahi güç buluyoruz. Ancak yapılan araştırmalar, tek başına kalmak istemenin sıhhatli bir tavır olduğu, yalnızlık hissini tetiklemediği sürece ferde hasar vermediği, hatta aksine yaşam niteliğini artırdığı mevzusunda hemfikir. Zaman zaman istemli biçimde tek başınıza kalmak ve kendinize yalnız kalabileceğiniz ‘ben zamanları’ yaratmak;
Zekânızı yenilemenizi, hafiflemenizi ve gün içinde kaybettiğiniz enerjiyi geri kazanmanızı sağlar.
Konsantrasyon hünerlerinizi geliştirerek üretkenliğinizi artırır.
Kendinizi keşfetme ve iç sesinizi dinleme fırsatı verir.
Daha detaylı düşünmenize ve düşündüklerinizi hazmetmenize takviyeci olur.
Problemlerinize kalıcı çözümler bulmanızı sağlar.
Etrafınızdaki insanlarla olan irtibatınızı daha derin ve anlamlı kılarak ilişkilerinizin niteliğini yükseltir.
Yalnız kalacak zaman bulamamak bir yana, yalnız kalmaktan azıcık da öğrenerek sakınmamızın nedeni ise karşılanmayan sosyal ve duygusal gereksinimlerimizi ancak etrafımızda her saniye çok rakamda insan bulundurarak karşılayabileceğimizi düşünmemiz. Ancak, etrafımızda ne kadar insan olduğundan bağımsız, biriyle aynı konutu paylaşırken dahi ehemmiyetli, değer gören, beğenilmeye değer biri olduğumuzu sezemediğimiz noktada yalnızlık hissine tecrübeleyebiliyoruz.
Yalnız sezmeden de yalnız kalabilmek olası mı?
Yalnızlık hissi etrafımızda ne kadar insan olduğundan bağımsız tecrübelenen bir duygu olduğu için tıpkı kalabalıklar içinde yalnız sezdiğimiz gibi, yalnız sezmeden de tek başımıza kalabilmemiz ve bu zaman dilimini üretkenliğimize, yaratıcılığımıza, şahsi gelişimimize katkı sağlayacak biçimde kullanabilmemiz, kısacası yalnızlıktan sevinç almanın yollarını bulmamız muhtemel. Nasıl mı?